4,54 milyar yaşındaki Dünya için genç bir oluşum sayılan insanlık, popülasyonunu arttırarak sosyalleşmiş ve farklı coğrafyalarda gruplara, yani kültürlerine ayrılmıştır. Sayısı arttıkça sosyalliğinin yoğunlaştığı insanlık, kendi aralarında belirli kurallara ihtiyaç duymuştur. Robinson Crusoe & Cuma filmini örnek verebiliriz; adada iki kişi olduklarında sorun yaşanmasın diye kurallar koyulmuştur.
Tarih, zaman, coğrafya etkenleri derken birçok normatif sistemle karşılaşırız. Bunlardan biri de medeniyet beşiklerinden Osmanlı’dır. Normatif kurallarını Arap kültürünün şiddetli unsurlarından korumayı başarmış; aleniyet, yargının açıklığı, hızlılık, sözlülük, beraati zimmet gibi ilkelerle devrin çağdaş hukukunu yakalamıştır.
Osmanlı Hukuku
Hakim olan anlayış umumi velayettir. Yasama, yürütme ve yargının yegâne sahibi padişahtır. Adaletin sağlanması görevlerinin arasında olduğu için bunu kadılar aracılığıyla ülke çapında sağlar. Kendisi de dava bakabilir; temeli İslam Hukukuna dayanır. Kişiler için sadece şeriyye mahkemeleri yoktur. İtibarına, uyruğuna, taraflarına göre Divanı Hümayun, Cuma Divanı, Cemaat Mahkemeleri ve Konsolosluk Mahkemeleri de vardır. Önemli kişilerin yargılanmasını kadı, Divanı Hümayun’a bırakabilir. Davalarda yargının açıklığı ilkesi vardır. Amerika’daki jüri sisteminden farklı olarak şuhudül hal olanlar müdahale edemiyor. Bir bakıma etkisiz şahit denebilir. Yeniçeri davasında yeniçeri, ulema davasında ulema şuhudül hal yapılır ki, sanık kendi topluluğunun önünde yalan söylemekten çekinsin. Üstelik Orhan Gazi’nin sözüyle “Geç gelen adalet, adalet değildir” hızlı bir yargılamanın olduğunu söyleyebiliriz. Acil durumlarda gece yargılaması vardır. Cemaat mahkemelerinde ise ceza hukukuna ilişkin bir yargılama yapılmazdı. Sadece dini disiplin cezalarına bakılırdı. Kısmı bir özel hukuk kamu hukuku ayrımından bahsedebiliriz.
Tanıkların tezkiyesi nedir? Kadı, naip ve yardımcıları vasıtası ile kişinin güvenilirliğini araştırabilir. Güvenilir bulunursa tanık dinlenir. Bu kişi 6 ay boyunca bu unvanını korur. Dava sırasında taraflardan birinin talebi üzerinde ya da şüpheli durumlarda gerçekleştirilebilir.
Mahkeme görevlilerinin başında kadı gelirdi. Bulunduğu kazanın üretim ve pazarının denetimi, vergilerin kanuna uygunluğu, noterlik ve günümüz belediye işlerinin yanı sıra ceza hukukunu da uygulamak onun yetki alanındadır. İlk kadı Dursun Fakih’tir ve Osman Gazi tarafından atanmıştır. Devletin varlık unsurlarından biri kabul edildiği için devletin kurulma anı olarak da yorumlayan görüşler mevcuttur. Yıldırım Beyazıt zamanına gelindiğinde de itibar ve maaşları arttırılmıştır. Kadının dışında naib, muhzır, asesbaşı, çavuş, tercüman, kassam gibi diğer görevliler de mevcuttur.
17. yüzyıla kadar Klasik Dönemdeki şeriyye, cemaat ve konsolosluk mahkemeleri görülse de son dönemde etkisini yitirmiş, Divan-ı Hümayun bile otoritesini kaybetmiştir. Bu otorite boşluğunda meclisler ortaya çıkmış ve yargılama yapmıştır. İlk ortaya çıkan meclislere meşveret meclisi denir. III. Selim Dönemindeki Nizam-ı Cedid adı verilen yenileşme hareketleri döneminde bu meclisler sıkça toplanmıştır. Giderek Divan-ı Hümayun’un yetkilerini alan meclisin en yoğun toplandığı dönem II. Mahmut dönemi olmuştur. Meclisi Valayı Ahkamı Adliye ile kurumsallaşmıştır. Kanunları hazırlar, uygular ve denetimini yapardı. Zamanla temyiz mercii haline gelmiştir.
Batı Kanunları
Günümüzde Atatürk’ü eleştiren kesimlerin en saçma ithaflarından biri, batıdan çevrilen kanunlardır. Batı kaynaklı kanunların uygulanmasıyla İslam’ın zaafa uğradığını ve Allah’ın emirlerine karşı gelindiğini düşünen kesimin yanlışını Osmanlı’da kabul edilen yabancı kanunlar izah etmektedir. 1850 yılında kabul edilen Ticaret Kanunnamesi Fransız Ticaret Kanunundan, 1858 yılında kabul edilen Ceza Kanunnamesi yerli etkilerle beraber Fransa’dan alınmıştır. Aynı etkiyi 1861 tarihli Usul-ü Muhakeme-i Ticaret Nizamnamesi, 1863 tarihli Ticaret-i Bahriye Kanunnamesi, 1879 tarihli Usul-ü Muhakemat-ı Ceza Kanunu ve 1879 tarihli Usul-ü Muhakemat-ı Hukuk Kanunu metinlerinde de görebiliriz. Kaldı ki devrin çağdaş ihtiyaçlarını karşılamak adına hızlı hareket edilmesi bir zarurettir. Ceza Kanununun da İtalya’dan alınma sebebi çağdaşlığı değil, Osmanlı’dan kalan Zardanelli Kanunu çevirisinin belirli bir aşamayı kaydetmiş olmasıdır. İtalya’dan alınan kanunun Mussolini yüzünden diktatör hükümler içerdiğini söylemek hatadır. İtalya’da kanunlara verilen adlar, devrin adalet bakanından gelmektedir. Türkiye’ye iktibas edilen kanun, diktatör rejimin uyguladığı Rostok Kanunu değil Zardanelli Kanunudur. Netice olarak batıdan kanun çevirisi yapmayı Allah’a isyan sayıp, dogmatik şeriatı geri getirmek isteyen kesimlerin muhteviyatının ne kadar zayıf ve eksik olduğu apaçık ortadadır.
Commentaires